Bana ait olmayanı, hiçbir zaman hiçbirimize ait olmayacak bir şeyi bugünden yok edebilmek sanırım ancak biz insanlara yaraşır bir şey. Zalimliğimizin sınırları sonsuz uzay düzleminden daha engin sanıyorum.
“Geçti. Bunda kimsenin suçu yok. Ne sen ne de bir başkası suçlu değil. Sorumlu da yok. Her zaman olması gereken olur bunu unutma! Bu yüzden sonuçlardan kimseyi de sorumlu tutma. Bana bak, derin bir nefes al, inan bana bunun üstesinden geleceksin.”
“Gitmek cesaret ister ufaklık. Gideceğin yer neresi olursa olsun, sevdiklerinle arana mesafe girince varış yerinin hiçbir anlamı kalmaz. Vedalaşmak zor iştir biliyor musun?
Gizlenerek yaşamanın makul bir ölçüsü var mı dersiniz? Korktuğu için değil, anlatmaktan pas tuttuğu için sözcüklerimin içimden çıkarken daha fazla gıcırdamasını istemiyorum artık.
Çok uzun yıllar hikayesin de ki yardımcı karakterleri değiştirmeden güvenle yaşamış bir insan olarak çok az zamandır bazen işlerin hiçte planlanıldığı gibi gitmiyor oluşuna alışmaya çalışıyorum.
Hız bize zamanı kazandırdı belki ama bizden duyguları çaldı, o yüzden yavaşla ey insan, yavaşla ki kalbin nefes alsın ve umudun yeşersin o iklimde.
Faili meçhul bir cinayetin ardından kısraklar dövüyor toprağı. Sabahın tatlı uykusundan iteleyerek uyandıran horoz sesinin gücüne karşılık kendi güçsüzlüğümden utanıyorum.
Aynada aksini görmek gibi bazen yazmak .Gördüğün suretin sana ait olduğunu bilirsin ama afallarsın ya hani. Sonra incelemeye başlarsın ilk defa görmüş gibi. Şu çizgi ne zaman olmuştu?
Kendi kendini büyüten çocukların kurduğu ütopyalar vardır. Parçalardan bir araya gelmiş olan onlarca bileşenin yani insanın masaya koyduğu insani yönü en güçlü, en iyi, en doğru inançlar sistemini içine alır.
Sana bakıyorum uzaktan. Ellerine, gözlerine, yüzündeki her mimiğe dikkat kesiliyorum…Saçlarını savurmana, ani irkilmelerine, kremi yüzüne nasıl itinayla sürdüğüne bakıyorum.