Sabahın beşi, yatağında bir sağa bir sola dönüyor adeta debeleniyordu Hasan. Bir soğuk ter boşalıyordu boynundan sırtına doğru, ince erimiş bir buz gibi.
Hangimiz kaybolmaya daha elverişliydi bilmiyorum. Tanrı’nın eşim Müjgan’ı aldığı gün için şükran duydum. Bu günü bir doğum günü gibi minnetle anarım.
İstanbul’un tüm semtlerinde trafik kilitlenmiş,yoğunluğu yüzde yetmiş beşeulaşmış. Ofisten çıkmadan radyodan dinliyorsun gizlice. Trafik, keşmekeş, kaos seni bekliyor yine. Yılgınlık tepeden tırnağa sarıyor bedenini.
Kapı önündeki kalabalık dağılınca ince, uzun ışık sızdı içeriye. Derisi kabuk kabuk kalkmış kafasında turuncuya çalan saçları parıldadı Nezaket’in. Şimdi, dedi Mezatçı. Şimdi bizim Nezaketin kilerde sıra.
Özenerek baktı yıldızlara. Çocukken de onları izlemek güzeldi. Bir yıldız olup gökyüzünde asılı kalabilmeyi hayal ederdi. Belki de bu acımasız yeryüzünde saklanmanın bu kadar zor olabileceğini ta o günlerde görmüştü.
Vay lele’ler… Boğuk sesli bir kadının söylediği yakıcı bir uzun hava sokağa düşen… Dilan küf kokulu odada yalnız, ayna karşısında Dilan yabancı, pencerenin kıyısında mahzun, kapı önlerinde oturan Mardin kokulu kızlardan biri Dilan.
Aahh! Harika, demek haberi almışlar, dedi Zeynep kendi kendine. Mahkemeden dul bir kadın olarak ayrılalı bir buçuk saat olmuştu.
Ürkek ürkek çalılara, ağaç kovuklarına, kaya aralarına baktılar. Sapanları gerili parmaklarının ucunda yabanı arıyorlardı.
Yüzüne çarpan soğuk rüzgarla yenilendi Diren. Yürüyen yerleri derman buldu.
Beyninde yankılanan tıkırtı sesleriyle uyandı. Çapaktan birbirine yapışmış kirpiklerini yavaş yavaş açmaya çalıştı. Öylece karanlığa baktı bir süre, belli ki gün kendini geceye teslim etmişti,