Bugün hava çok rüzgârlı. Hani sen hep derdin ya, “Saçların yine çok uzamış, baksana rüzgârdan karman çorman olacak” Ben de…
Gün öğlen vakti ışıl ışıldı. Göğün kuzey batısında, öbek öbek kararıp aydınlanan bulutlar nisan yağmurunun habercisiydi. Sandalyesini alıp bahçeye çıktı….
elinde bir zarf, yüzü gergin belli ki önemli bir evrak taşıyor bu sefer, kollarını sallamadığına göre. belli, endişesini gizlemeye çalışıyor…
Elma armut parolasıyla saklandığım taş duvarın ardında, herkesin beni aramasının hazzını ne ebê ne de sobe olmaya değişmezdim… Ta ki…
Henüz küçük bir sahil kasabasına yerleşmemişlerdi. Henüz birbirini bulmuş iki aşık değillerdi. Deli de olmadıkları bilinirdi. Ama hep kavgacıydılar, itiraz…
Son tabloyum ben. Bir ressamın bitiremediği, yarım bırakmak zorunda kaldığı son tablo… Fırça darbelerini tuvale vurduğu anda doğumum başladı. Gözlerimi…
– Koy koy koy koy … – Tamam mı? – Koy ağabey koy. Ben diyeceğim sana dur diye. – Lan…
Bahçe kapısının önünde duruyor siyah rugan ayakkabıların. Ben şimdi yüzleşiyorum ölümünle. Oysa morgda yatan buz gibi bedenine dokunduğumda ellerim yanmış,…
Geceler… Zor, hoyrat, geçmez bilmez, gün doğmaz bir türlü. Belki de insanın en fazla kendi kendisiyle kalabildiği, doluya koyup almadığı…
Hak. Kentim. Çileli gözlerin cüzzamlı derin ve- kar ile devam eder adın… ferit edgü …