Gecikmiş bir kışın en soğuk gecelerinden birini yaşıyoruz. Dışarıda hırçın bir rüzgar bütün kış esmemiş olmanın hıncıyla olacak, ne bulsa…
Üretildiğim ilk günden beri bir eşim vardı. Her zaman, her yere beraber giderdik. Fabrikadan çıktığımız gün birbirimize bağlandık. Fabrikadaki makinelerde…
Yirmi sekiz yaşındaydı Temir Abi. Uzun boylu, esmer ve yakışıklıydı. Yan çatmacıydı. Çocukluğundan beri konfeksiyonda çalışıyordu. Aslında o, bu “çocukluğundan…
Kafede çalan fon müziği ruhu dinginleştiriyor, insan sandalyeye oturur oturmaz fısıltıyla konuşma sakinliğine erişiyordu. Onu beklerken birkaç kitap karıştırdı sonra da bir sütlü kahve söyledi kendine.
Mahallemin sokakları hiç olmadığı kadar ıssız bu gece. Köselelerimin arnavut kaldırımlarda çıkardığı ses sanki herkes ölmüş de, bu dünyada bir ben kalmışım hissi veriyor. Ürperiyorum.
Elimdeki filede çırpınıp duran sıçanla beraber çukurdan çıkıyorum. Çukur dediğime bakmayın, dedemin babasının bile karnını doyurmuş olan yağ fabrikasını, biz ona “Şato” deriz, dolaşan borular zincirinin açıldığı yer.
Dizlerini kırıp çıplak ayaklarını altına almış, iki numara büyük terliği çıktı çıkacak ayağından. İpil ipil gözleriyle bir dedektif titizliğiyle etrafı tararken iki elini ağzına götürüp hohluyor ikide bir.
Yine şu yerdeyim. Hani aşık olamadığım yer… Bugün ne bardak ne de zeytin… Olsun, zaten kullanmıyordum ki… Uzun zamandır, zaman dilimim anlardan oluşuyor; bulunduğum yer de öyle…
Yağmurdan kaçmıyordu. Aksine alnına çarpan soğuk damlalar, ondaki gerçeklik duygusunu daha da arttırıyordu. İçindeki sağanak, yüzüne değmeden bir umutsuzluk düdeninde kayboluyordu sanki.
Gece, anıların acısıyla sızıp kalmışım. Sabah, sanki teyzem her zamanki gibi erkenden kalkmış, hayvanları sağmış, dumanı tüten sütle birlikte, peçkada pişirdiği nohut ekmeğinin üzerine yağ gibi peyniri sürüp kahvaltıyı hazırlamış,