Karanlık bir gecede ellerinde fenerle yürüyor iki kişi. Biraz sonra gök gürlüyor ve şiddetli bir yağmur başlıyor. Az ilerdeki bir sundurmanın altına sığınıyorlar. Yağmur damlalarının çıkardığı sesten başka çıt yok.
Gece, anıların acısıyla sızıp kalmışım. Sabah, sanki teyzem her zamanki gibi erkenden kalkmış, hayvanları sağmış, dumanı tüten sütle birlikte, peçkada pişirdiği nohut ekmeğinin üzerine yağ gibi peyniri sürüp kahvaltıyı hazırlamış,
Sakin sakin otururken birdenbire fırladı yerinden. Şaşkınlığıma aldırmadan konuşmaya başladı. Gözünü pencereden dışarı dikmişti, bana bakmadan bir bir sıralıyordu zihnindekileri, araya girmeme fırsat vermedi, ben de bölmeye cesaret edemedim;
Hiç düşündün mü, Hezarfen Galata’nın merdivenlerini tırmanırken nasıl hissediyordu? Neler düşünüyordu kim bilir. Kalbi yerinden çıkacak kadar heyecanlıydı belki de. Halbuki hesabını kitabını yapmıştı öncesinde.
Bugün sadece gidiyorum. Olduğum yerden olacağım yere değil kutlu göçüm, ben bugün kendimden gidiyorum. Her sokak başında yanan sarı lambaların altına tamamlanmamış hikâyelerimi bırakıyorum
Bugün bayram. İnsanlar mutlu insanlar umutlu. Önünde eskitilmiş tahtalardan yapılmış bir masa ve onun etrafında masadan da yüksekçe birkaç sandalye.u
Gelen aramanın ondan olduğunu görünce ikinci kez çalmasına fırsat vermeden açıp sözü ona verdi. “Bugün her zamanki saatte ve her zamanki yerde seni bekliyor olacağım…” deyip kapattı telefonu.
Ve ben;
Bakınca gözlerinize
Bir deniz kenarı geliyor aklıma
Akşam ezanı sularında
Karşımda sessiz, isli bir gemi
Yanımda benden dertli başı okşanmamış bir köpek
Pencerenin başında duruyorum öylece. Bazı günler diğerlerinden daha çok buruluyor içim. Bugün mayısın ikinci pazarı. Yüksek sesle söylemeye dilim varmıyor. Sanki bazı anlar, derin bir sessizliğin kuytusunda can çekişiyor.
Tozlu bir kahverengi karşılıyor beni içeride. Etrafta ise soğuk rüzgâr sesi var. Kahve konuşuyor gibi. Hoş geldin, diyor sanki. Etrafa bakınıyorum onun oturduğu iskemleyi bulmalıyım. Bomboş kahveyi görmemek için aranıyor gözlerim.