Sattım hepsini. Bahçeydi, tarlaydı. Daha yok. En son ev. Onu da istedi. Verdim de yine gelmedi. Nice sene geçti. Elzem, dedi. Uçak pahalı. Borç var. Gönder ki geleyim. Söz!
Bir oğul.
Araç, henüz yeni hızlanmış fakat Atilla’yı görmemişti. Minibüs çamurlu bir su birikintisinden geçerek dönemeçe geldi. Atilla’nın pantolonu çamur içinde kalmış, ayakları pis bir suya bulanmıştı.
Yüzümü ovalarken bir kaç oyuğa denk geldi parmaklarım. Sağ yanağımın ortasında yuvarlak çöküntüler oluşmuş. Bileğime ilişti gözlerim, bilekliğin yoktu kolumda. Ah bu bilekliğe böyle bağlanmamalıyım diye söylenirken hızlıca yataktan fırladım.
Sen içimin bir teselli aramadığını anladığında israf olmadı söylenecek hiçbir sözcük. İçim apartmanını övdüğünde güzelleşmeyecektim zaten bazen çirkinde olmak gerek çünkü ama kimseye anlatamadım.
Sana benzeyen çok kişi gördüğümden -bir gün olsun güzel kokmayan bu kasabada- şimdi seni gördüğüme sevinemiyorum. Aynısın, aynısınız. Nasıl olur, deme. Anlamanı beklemiyorum. Mucizeye inanmam.
Zaman, kırık bir cam şişesinden sızan su gibi ilmek ilmek işliyordu gözlerime. Üstelik saçlarımda beyazlamıştı artık, eski güzelliğim kalmamıştı. Yüzüm, buruşturulmuş bir kâğıt parçası gibi kırış kırıştı.
Uzun soluklu mücadelelerin, hep var olma gayretinin, hep doğruyu yapma isteğinin sonucunda insan elbet azami bir başarma payına ulaşır içinde. Bu pay gelecek mücadeleler için zorlansa bile bir şekilde halledeceğinin garantisidir
Şimdi sessiz ama gösterişli bir hayatının ortasındasın, var gücünle yaşamaktasın. Güneşi iliştirmişsin yatağının kenarına, aya tutunmuşsun her gece. Sanki gerçekten güçlü gibisin.
Gençlere katlanmak yaşlılığa katlanmaktan daha zor olsa da yaşamak güzel şey sevgili Nadya. Gençlerin seninle eğlenmesini kabullenmen zor olsa da, uykusuz gecelerde o güzelim öğütlerini dinlemek yağmurun, güzel.
Bu gece söküp derimi, Çırılçıplak kalacağım, Ekmeği kanımla sarıp, Usulca dağılacağım.