Kafeye gelen adam boş bir yer bulma umuduyla çevresine bakınırken, garson köşedeki masayı işaret etti. Orada oturan hesabı ödüyor. İyi bir tesadüf oldu. Herkes kahvaltıya ne kadar da meraklıymış.
Gerçekte ne kadar özgürüz peki? Nerede ve nasıl özgürüz? Bazen bir şeye karar verirken üzerimde beni baskılayan gizili güçlerin olduğu hissine kapılıyorum.
Bana ait olmayanı, hiçbir zaman hiçbirimize ait olmayacak bir şeyi bugünden yok edebilmek sanırım ancak biz insanlara yaraşır bir şey. Zalimliğimizin sınırları sonsuz uzay düzleminden daha engin sanıyorum.
“Geçti. Bunda kimsenin suçu yok. Ne sen ne de bir başkası suçlu değil. Sorumlu da yok. Her zaman olması gereken olur bunu unutma! Bu yüzden sonuçlardan kimseyi de sorumlu tutma. Bana bak, derin bir nefes al, inan bana bunun üstesinden geleceksin.”
“Gitmek cesaret ister ufaklık. Gideceğin yer neresi olursa olsun, sevdiklerinle arana mesafe girince varış yerinin hiçbir anlamı kalmaz. Vedalaşmak zor iştir biliyor musun?
Karanlık basana kadar sokakta topla, iple oynuyor, bazen de topladığım çerçöpü çamurla birleştirip çocukça tasarımlar yapıyordum. Birden çekip aldılar beni sokaktan. Büyümüşüm, okula gitmeliymişim.
Furkan gerideydi. Islak yerden kalkamamıştı. Kolonyalı mendille, ellerine sindiğini düşündüğü kokuyu temizleme çabasındaydı. Montunun göğüs cebindeki telefon çalmaya başlayınca irkildi!..
Gizlenerek yaşamanın makul bir ölçüsü var mı dersiniz? Korktuğu için değil, anlatmaktan pas tuttuğu için sözcüklerimin içimden çıkarken daha fazla gıcırdamasını istemiyorum artık.
Gürültülü bir okyanus’un içinde, kulaç atamayan balık gibi. /
Aitlik evreni’nin tam dışında, kendimde mühürlü gibi. /
Maviliklere insem kaybolacak, güneşe doğru çıksam ölecek gibi.
Çok uzun yıllar hikayesin de ki yardımcı karakterleri değiştirmeden güvenle yaşamış bir insan olarak çok az zamandır bazen işlerin hiçte planlanıldığı gibi gitmiyor oluşuna alışmaya çalışıyorum.