Faili meçhul bir cinayetin ardından kısraklar dövüyor toprağı. Sabahın tatlı uykusundan iteleyerek uyandıran horoz sesinin gücüne karşılık kendi güçsüzlüğümden utanıyorum.
Aynada aksini görmek gibi bazen yazmak .Gördüğün suretin sana ait olduğunu bilirsin ama afallarsın ya hani. Sonra incelemeye başlarsın ilk defa görmüş gibi. Şu çizgi ne zaman olmuştu?
Ot gibi yaşayan oğlumu; artık yüzünü göremeyecek şekilde bilgisayar oyunlarına ve akıllı telefona kaptırınca, aklıma kendi çocukluğum ve rahmetli babam geldi.
Dolapları alt üst etti, ardından çekmeceleri. Dişlerinin arasından “Eski sistem olsaydı bunları çıkarıp arkasına da bakardım,” diye mırıldandı. Alnındaki terleri sildi. Camdan dışarı baktı. Akşam oluyordu.
Akşamın huzur alan karartısında evsizler kadar yalnız, yalnızlar kadar soğuk; Kocaseyit Belediyesi’nin bankı. Oturdum. Biraz nemliydi ama aldırış etmedim. Böyle önemsiz şeylere takılmam. Bastığım yer tahtadan “gırç gırç”.
Gün, henüz ağarmak üzereydi. Geceyi kesik uykularla geçirmiştim. Yoğun iş temposunun yorgunluğu üzerime sinmiş gibiydi. Havaların ısınması, mevsim değişimleri her yıl üzerime ayrı bir ruh hali yüklerdi.
Kendi kendini büyüten çocukların kurduğu ütopyalar vardır. Parçalardan bir araya gelmiş olan onlarca bileşenin yani insanın masaya koyduğu insani yönü en güçlü, en iyi, en doğru inançlar sistemini içine alır.
Sana bakıyorum uzaktan. Ellerine, gözlerine, yüzündeki her mimiğe dikkat kesiliyorum…Saçlarını savurmana, ani irkilmelerine, kremi yüzüne nasıl itinayla sürdüğüne bakıyorum.
Aniden soyundu beden
Yeşil gözlerinin önünde.
Açtı bembeyaz yasemin
Al nefes ver nefes, aldım sonunda ve verdim nefesimi, kalbimin atışı yavaş yavaş normale dönüyor. Hüznüm hayatımın önüne geçtiğinde bazen nefes alamıyorum ben.