Şehir hüzün /
Şehir rüzgar /
terk edilmeye yakın.
İçinde, kendimi tutsak ettiğim bir sokakta öylece kaldırım taşına oturmuş hiçlikle savaşıyordum. Bütün sokak sesliydi ama ben tüm sesleri kısmıştım.Nasıl yapabildiğimi sorma! İşte bu sessizliği bir solukta ta içime çektim.
Allah belasını versin o Doğan’ın da kızının da. Yeter artık! Sanki liseyi bitirir bitirmez mikazandı üniversiteyi. Kaç yıl gitti dershaneye. Ben bir yıl olsun gitmedim.En ucuzuna bile.Anlamamam bundan matematiği.
Güneşin doğduğunu bilemezsin, battığını da /
Kapını çalar çalar durur /
Her tıklatışı bir umuttur.
Faili meçhul bir cinayetin ardından kısraklar dövüyor toprağı. Sabahın tatlı uykusundan iteleyerek uyandıran horoz sesinin gücüne karşılık kendi güçsüzlüğümden utanıyorum.
Aynada aksini görmek gibi bazen yazmak .Gördüğün suretin sana ait olduğunu bilirsin ama afallarsın ya hani. Sonra incelemeye başlarsın ilk defa görmüş gibi. Şu çizgi ne zaman olmuştu?
Ot gibi yaşayan oğlumu; artık yüzünü göremeyecek şekilde bilgisayar oyunlarına ve akıllı telefona kaptırınca, aklıma kendi çocukluğum ve rahmetli babam geldi.
Dolapları alt üst etti, ardından çekmeceleri. Dişlerinin arasından “Eski sistem olsaydı bunları çıkarıp arkasına da bakardım,” diye mırıldandı. Alnındaki terleri sildi. Camdan dışarı baktı. Akşam oluyordu.
Akşamın huzur alan karartısında evsizler kadar yalnız, yalnızlar kadar soğuk; Kocaseyit Belediyesi’nin bankı. Oturdum. Biraz nemliydi ama aldırış etmedim. Böyle önemsiz şeylere takılmam. Bastığım yer tahtadan “gırç gırç”.
Gün, henüz ağarmak üzereydi. Geceyi kesik uykularla geçirmiştim. Yoğun iş temposunun yorgunluğu üzerime sinmiş gibiydi. Havaların ısınması, mevsim değişimleri her yıl üzerime ayrı bir ruh hali yüklerdi.