Uyandı gecenin alacasında, uzaklardan gelen davetkar kızıl ışık kamaştırdı gözlerini, yürüdü ışığa, karanlıkta zorla seçilen kedi dolandı ayaklarına, adımları birbirine eş vardılar mağaraya.
Lala Lala!
Bırak kurusun sol elim,
Çarpık bakışlarımla beraber,
Artık ben bir değirmenim,
Çaresizlikle başımı ellerimin arasına aldım. Ağlamak istedim sadece. Belki saatlerce… Yapayalnız bir odada, boğucu bir bunalım ve aradığını bulamama duygusuyla baş başa… Camdan sarkan bir köpek gibi, pencereyi açıp etrafa küfürler savurdum.
Deniz kıyısında tepede güneş etrafa saçılmış kağıtlar ve bacası tüten evin savrulan külleriyle griye boyanmış sayfada bana bakan kediye baktım. Cebimde kalan son paramı da kitaba verdim.
Bir sürü ölmüş kediyle bir arada yaşamayı seven o eski dostumuzu uzun uzun hatırlamakta ne fayda var. Şimdi onun saçları uzamıyor. Hiçbir şeyden haberi yok. Belki de uzun bir uykuya yatmıştır.
Geleceğe dair hiçbir soruma yanıt vermediğini biliyorum kaç gündür.Yanıtsız kalıyor sorum.Ben de gelecekle ilgili sorulardan kaçıyorum zaten.Telefon denen şeyi doğru düzgün kullanmadığını öğrendim buradayken.
Gecenin bir yarısı kapısına dayanmış on beş yaşında bir kız…Hay Allah! Sıkıntı sardı her yerimi. Yalnızca ikimizin bildiği şeyleri anlatmalı. Çok eski,otuz yıl önceki şeyleri…
Vazgeçme gururundan,
savur eteğini rüzgâra, yüzünde boş vermişliğin mağrur gülümsemesi,
Dokuz yıl önce, savcı yardımcısı Piyotr Sergeyiç ve ben, istasyondan mektupları almak üzere hasat zamanı, akşam üzeri, atla yola çıktık.
Oysa büyüyünce mutlu olacaktık
Belki de bu yüzden çoğumuz,
Öksüz ve yetim kaldık,
Sevdalarımız eksik duygularımız yarım,
Yüreklerimiz acı ile yaşadık.