İçindeki yaşam enerjisi ondan söküp alınmış, küçük kırıntılarla yetinmek zorundaydı. O küçük kırıntılar da olmasa ölüp gidivermişti.
Sabahın beşi, yatağında bir sağa bir sola dönüyor adeta debeleniyordu Hasan. Bir soğuk ter boşalıyordu boynundan sırtına doğru, ince erimiş bir buz gibi.
Hangimiz kaybolmaya daha elverişliydi bilmiyorum. Tanrı’nın eşim Müjgan’ı aldığı gün için şükran duydum. Bu günü bir doğum günü gibi minnetle anarım.
İstanbul’un tüm semtlerinde trafik kilitlenmiş,yoğunluğu yüzde yetmiş beşeulaşmış. Ofisten çıkmadan radyodan dinliyorsun gizlice. Trafik, keşmekeş, kaos seni bekliyor yine. Yılgınlık tepeden tırnağa sarıyor bedenini.
Sen! öte tarafa giden geminin dağınık,
Tuzlu ve nemli havası
Sağanakta dürbünsüz dolaşıyoruz,
Bu aşkın bize sunduğu anekdotlar var,
Mesela, sen bir çingene kadar kızılsın.
Ben kızıllığına dökülüyorum.
NÂZIM HİKMET’E
Sen
“Promete’nin çığlıklarını
Kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam”
Sen benim mavi gözlü arkadaşım
Kabil değil unutmam seni.
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Uzanıp kalmak istiyorum bir ikindi vakti
El değmemiş topraklarına şehrinin
Beyaz elbiseli kadınlar rakı içerken
Bazı şarkılar ölüme hazırlasın bizi