“Senin bir fotoğrafın daha vardı
ne oldu ona!
Huzur arardı o şair
Deniz kenarında sahilde
Ya bir yudum çay
Bakın azizim, burası benim gözlerim. Sizde de var bir çift, zihnime kazılı unutulur gibi değil. Ben bir süredir benimkilere bakamıyorum, bir bakar mısınız belki sözlerinize karışmıştır?
Anlatıcı sözlerine başlamadan önce yerden bir çubuk alıp yanan ateşin altını karıştırdı. Ateş şimdi daha yüksek ve daha sıcaktı, ‘’zaman’’ dedi ve devam etti.
İnsan, doğar ve ölür. Ve aslında gövdesinde en çok omurgası yorulur. Ve aslında ruhunda en çok nefsi yorulur. Doğa ve bağın mührü üzümdür. İşte bunun için ham âdem şarapla demlenir.
Saat 15.45
Ya salı ya çarşamba…
Bugün, aynı sür-gün.
Kapı önündeki kalabalık dağılınca ince, uzun ışık sızdı içeriye. Derisi kabuk kabuk kalkmış kafasında turuncuya çalan saçları parıldadı Nezaket’in. Şimdi, dedi Mezatçı. Şimdi bizim Nezaketin kilerde sıra.
Benim neslimin kadınlarını ve erkeklerini hazırlamadılar. Erkeğe “Elin emek tutsun!”, kadına “Evinin kadını ol!” denildi Bayan. Ne için elimiz ekmek tutacak, neden evimizin kadını olacaktık, açıkçası tam olarak bilmiyorduk.
Neden aşklarımızla inançlarımızı birleştiremiyoruz Bayan? Sevgilim, aşkım, canım, tatlıcık, bir tanem… Sözleri kulakları dolduruyor. Sadece kulaklarımız dolu.
Adını suya yazdım, dalgalar silsin diye, Yedi ummana yayıldı adın, fırtınalı gecelerde sen vardın.