elinde bir zarf, yüzü gergin belli ki önemli bir evrak taşıyor bu sefer, kollarını sallamadığına göre. belli, endişesini gizlemeye çalışıyor…
Elma armut parolasıyla saklandığım taş duvarın ardında, herkesin beni aramasının hazzını ne ebê ne de sobe olmaya değişmezdim… Ta ki…
Henüz küçük bir sahil kasabasına yerleşmemişlerdi. Henüz birbirini bulmuş iki aşık değillerdi. Deli de olmadıkları bilinirdi. Ama hep kavgacıydılar, itiraz…
Son tabloyum ben. Bir ressamın bitiremediği, yarım bırakmak zorunda kaldığı son tablo… Fırça darbelerini tuvale vurduğu anda doğumum başladı. Gözlerimi…
– Koy koy koy koy … – Tamam mı? – Koy ağabey koy. Ben diyeceğim sana dur diye. – Lan…
Bir bahardı Bahar karşılamak isteyen… Şebnem kadar berrak saydam Müge kadar narin/ak Yalın bir ses… Büründüğü his doğduğu günden Dünden…
Bahçe kapısının önünde duruyor siyah rugan ayakkabıların. Ben şimdi yüzleşiyorum ölümünle. Oysa morgda yatan buz gibi bedenine dokunduğumda ellerim yanmış,…
Geceler… Zor, hoyrat, geçmez bilmez, gün doğmaz bir türlü. Belki de insanın en fazla kendi kendisiyle kalabildiği, doluya koyup almadığı…
Özgürlüğe susamışlara Sıska bedenimden, uzattığım ellerimin üzerinde yılların yaşanmışlık mührünü basmış kahve renkli lekelerimle, Sonsuz maviliklerdeki beyaz bulutları topladım… Yıldız…
Hak. Kentim. Çileli gözlerin cüzzamlı derin ve- kar ile devam eder adın… ferit edgü …