Lala Lala!
Bırak kurusun sol elim,
Çarpık bakışlarımla beraber,
Artık ben bir değirmenim,
Vazgeçme gururundan,
savur eteğini rüzgâra, yüzünde boş vermişliğin mağrur gülümsemesi,
Oysa büyüyünce mutlu olacaktık
Belki de bu yüzden çoğumuz,
Öksüz ve yetim kaldık,
Sevdalarımız eksik duygularımız yarım,
Yüreklerimiz acı ile yaşadık.
Yamalı bir pantolon, şu dünya atlası
öylece çürümüşlük sarmalı…
herkes bir sınır koymuş kendine
“önünden ye!”
yiyebilirsen!
Ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza.
Heraklit’in ırmağında yıkadın ruhunu
Nasıl aynı kalırsın?
Yazgınla doğan sen
Yiğitsen sorgula yolculuğunu.
Altın bir yapraktan düşer şiir,
Üstüne, noktası olmayan sayfanın,
Coşkusu tutkuya döner,
Şair kâğıda sürgün.
Sen! öte tarafa giden geminin dağınık,
Tuzlu ve nemli havası
Sağanakta dürbünsüz dolaşıyoruz,
Bu aşkın bize sunduğu anekdotlar var,
Mesela, sen bir çingene kadar kızılsın.
Ben kızıllığına dökülüyorum.
NÂZIM HİKMET’E
Sen
“Promete’nin çığlıklarını
Kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam”
Sen benim mavi gözlü arkadaşım
Kabil değil unutmam seni.